Getting your Trinity Audio player ready...
|
Bir süre önce yine burada 1999 yılının almanağını çıkaran bir yazı paylaşmıştım. Şimdilerde ise bunu podcast ile beraber haftalık bir seri haline getirdiğimiz projeye başlamış oldum. İlk önce Sinema Almanağı podcastini takip etmek ve dinlemek istiyorsanız sizi şöyle > Spotify veya şöyle alalım > Soundcloud
Yazı kısmına da başlayalım
Hoş geldiniz, takvimlerin gerçek anlamda 1000 yılda 1 olabilecek biçimde değiştiği 2000 yılındayız. Yeni milenyuma girdik ve bu takvim değişikliğinin hayatımıza da ciddi bir şekilde sirayet etmesini bekliyoruz. Bugünden bakınca çok safça görülen bu beklentilerin gerçekten de ne kadar safça olduğunu anlamamız biraz sürdü hatta belki de bir sonraki yılın sonlarına kadar bu psikoloji devam etti. Sonrasında ise başka bir şey oldu ve dünya başka bir yere dönüştü, neyse konuyu dağıtmayalım hala 2000’deyiz.
Sinema kıyılarına geldiğimizde nispeten ‘standart’ diyebileceğimiz bir yıl geçiyor. Dünya çapı gişelerinde 1. Sırada Görevimiz Tehlike serisinin 2. filmi var onu Gladiator ve Tom Hanks’li Cast Away filmleri takip ediyor. Çoğu şey tahmin edebileceğiniz gibi yani belli başlı aktörler, Hollywood yıldız sistemi falan.
Bu senenin vasat geçmiş olması yine kayda değer eserlerin var olmadığını göstermiyor tabi. Aşağıda bu kayda değer eserlerin bir kısmını kayıt altına alma çabam var. Hadi bu listenin kendi içerisinde kötüden iyiye benzeri bir sıralama içermediğini hatırlayalım ve oralara doğru gidelim.
10. Gladiator (Gladyatör)
Listeyi Efsane yönetmen Ridley Scott’ın, tarihi filmleri tekrar popüler sinemanın gündemine sokan eseri ile açalım. Senenin belki de en çok ‘beğenilen’ filmi buydu. Gladyatör hem izleyiciler hem eleştirmenler hem de ödüller tarafında yankı buldu. En iyi film dahil 5 Oscar ödülü aldı. İçerisinde bir mesaj veya derin bir alt metin içermediği savunulabilir ama bu durumda da iyi bir sinema filmi olmak için bunlara sahip olmanın zorunluluk olmadığı gerçeği unutulmuş olur. Sonraki yıllarda, Gladyatör’ün kazandığı başarı ile açılan yolda Truva’dan tutun 300 Spartalı’ya, Cennetin Krallığı’ndan tutun Büyük İskender’e kadar pek çok yüksek bütçeli tarihi film yeşil ışık görmüş oldu
9. Batoru Rowaiaru / Battle Royale (Ölüm oyunu)
Her bölümde en az 1 dünya ve 1 yerli sinema kontenjanım var ama bu kontenjan olmasa da bu film yine listemde olacaktı.
Uluslararası piyasada Battle Royele ismiyle bilinen bu Japonya yapımı filmde, bir grup lise ogrencisi seciyorlar, bunlari ıssız bir adaya götürüyolar, ellerine silah veriyolar, yiyecek de kısıtlı, amaç hayatta kalan son kişi olmak. Bir şeyler tanıdık geldi mi? Gelmediyse biraz daha anlatayım, bu organizasyonu yöneten kişiler, katılımcıların sürekli birbirlerinden uzakta durmamalarını sağlamak için bunların alanlarını kontrol ediyorlar, yani adeta yarışmacıların ‘çemberini daraltıyorlar’. Evet, bu film bugün dünyanın en popüler video oyun türlerinden birisi olan “Battle Royale” türünün başlangıç noktası. Bu oyunlardan ismini duyduğunuza emin olduklarımdan bazıları şöyle: PUBG, Fortnite, Day Z.. Muhtemelen o dönemde ne bu filmi yapanlar ne de izleyenler arasında hiç kimse yıllar sonra böyle bir etkiye sahip bir şeyle karşı karşıya olduklarını bilmiyorlardı, ama bugün geldiğimiz noktada Battle Royale tartışmasız biçimde 2000 yılının en etkili filmleri arasında yer alıyor
8: American Psycho (Amerikan Sapığı)
Şimdi sırada zamanının çok ötesinde bir film var Bret Easton Ellis’in 1991 tarihli aynı isimli romanından uyarlama bir film, ki roman da aynı şekilde zamanının çok ötesinde duran bir eser. İlk çıktığı sene insanlara bir gişe filmine göre ‘aşırı’ geldiği için tepki çekti, yıllar geçtikçe kıymeti anlaşıldı. Film Christian Bale’in muhteşem performansıyla canlandırdığı Patrick Bateman karakteri etrafında yeni bir psikopatlık tanımı arıyor. Belki gerçekten de aşırıya kaçıyor zira bu tanımı sert kapitalist sistem üzerine bina edilmiş ‘Amerikan Değerleri’ ile paralelde durarak yapıyor. Ana karakterini psikopatlık ile olduğu kadar Amerikalılık la da bağdaştıran bu film hiçbir şey için olmasa bile kimlik arama mefhumu üzerinde söylediği laflar ile hafızamıza kazınıyor
7: Scary Movie (Korkunç Bir Film)
Ben spesifik bir tür veya tema çemberi içerisinde dans eden filmleri seviyorum ya. Mesela ‘yol filmleri’ diye bir biçimin olması çok hoş bir durum. Scary Movie de spesifik bir alt tür içerisinde, komedinin ‘parodi’ alt türü içerisinde yer alan bir film. Tabi ki bu film parodi türünün ilk büyük örneklerinden değil, öncesinde Naked Gun serisi Spaceballs gibi başarılı örnekler var ama bu türün modern dönem sinemasına tekrar taşınmasını sağlayan serinin Scary Movie olduğunu söylemek isabetli olur.
6: Kahpe Bizans
Bu bölümün yerli sinema kontenjanımız. Scary Movie ile aynı damardan bir yapım. Yeşilçamın klasik dönemini iyi anlayıp onu iyi parodileyen bir iş Kahpe Bizans. Yerli sinemamızdaki önemi ise Scary Movie’nin Hollywood’da sahip olduğu önemden daha büyük, çünkü Kahpe Bizans Türk sinemasının ilk gerçek anlamıyla parodi filmi olarak sayılabilir.
5: Memento (Akıl Defteri)
Bir sonraki 20 yıla damga vuracak büyük sinemacı Christopher Nolan’ın ilk Hollywood filmi. Anlattığı hikayeden çok anlatım biçimiyle öne çıkan bir yapım, Nolan aslında sıradan diyebileceğimiz bir hikayeyi yap-boz gibi kurgulayarak önümüze koyup eski bir sinema kuralını tekrar hatırlatıyor; ne anlattığın değil, nasıl anlattığın daha önemlidir. Memento’nun kazandığı başarının da etkisiyle, klasik anlatı yapısı üzerinde deneyler yapmaya hevesli genç sinemacıların önü açılmış oldu.
4: Unbreakeble (Ölümsüz)
2000 senesinde henüz çizgi roman filmleri veya süper kahraman sineması dediğimiz şey olgunlaşmamıştı, ancak çizgi roman dünyasında yerleşmiş anlatım pratikleri mevcuttu. Unbreakeble ise bu anlatım pratiklerini bükme fikri üzerine kurulu bir hikaye anlatıyor. Film temelde “Superman, süperman olduğunu bilmeseydi nasıl bir hikayesi olurdu” gibi bir soru üzerinde yazılmış hissiyatını veriyor bana. Şu dönemde çok maruz kaldığınız için sıkıldığınız süper kahraman filmlerine alternatif bir yaklaşım arıyorsanız Unbreakeble ilk başvurmanız gereken adreslerden.
3: Requiem For A Dream (Bir Rüya İçin Ağıt)
Nolan’ın ardından bir başka büyük yönetmenin büyüklüğünü ispat ettiği filme geldik. Yeni bir yönetmen için fazla cüretkar denilebilecek bir hamle Requiem For A Dream, ancak Darren Aronofsky girdiği bi topun altından hakkıyla kalkıyor. Requiem özetle ‘self destruction’ ile ilgili bir film, dünyayla bağlantısı kalmayan, yıkacak başka hiçbir şeyi olmayan karakterlerin, kendilerini yıkışlarını izliyoruz. Film bağımlılık kavramı üzerine yaptığı sorgulamaları, dönemin ‘dünya ile bağlantısız’ genç nesli etrafında yaparak, zamanın ruhunu da yakalamış oluyor. Son olarak her soundtrack sever elbet bir gün Clint Mansell’in dehasını keşfedecektir deyip kapatıyorum.
2: Final Destination (Son Durak)
Sebep olduğu bir ton devam filminin yanında, “Güzel görüntülü ergenlerin başına kötü olaylar gelir” tipi korku/gerilim filmleri furyasının tekrar ateşinin yanmasında önemli bir kıvılcım oldu Son Durak. Dürüst olmak gerekirse seri olarak ben pek sevmiyorum, ilk filminden sonra neden gelmeye devam ettiler bilmiyorum (6 film nedir ya) ama bu sevgisizliğim serinin önemini görmemi engelleyecek seviyede değil.
1: X – Men
Süper kahraman filmlerinin şimdilerde cebelleştiği sorunları biliyor musunuz? Hani evren kurmadır, origin hikayesi anlatma çabasıdır, devam filmlerine yer bırakma telaşıdır, ne kadar klişe varsa hepsine bulanmış olma yavanlığıdır vs. Hah işte X – Men bu sorunların çoğuna sahip değil, çünkü çok basit bir yol haritası çizmiş durumda. Film önce iyi bir film, sonra iyi bir süperkahraman filmi olmaya çalışıyor. Bunu yaparken de X – Men hikayelerini kıymetli kılan temel hususu unutmuyor. O temel husus şu; X – Men hikayeleri özünde mutant ırkının iki liderinin bu ırkın geleceği ve alması gereken aksiyonları üzerindeki anlaşmazlığı üzerine kuruludur. Bu çok bariz bir ırkçılık / zenofobi alegorisidir. Magneto ve Profesör Xavier isimli bu iki lider, ırklarının maruz kaldığı ayrımcılığı aşmak için saldırgan ve tutucu mu yoksa uzlaşmacı ve taviz vermeli bir politika mı güdülmesi gerektiği konusunda anlaşamazlar. İşte ilk X – Men filmi bu hususu hep hatırlıyor ve bunun üzerine odaklandığı için, iyi bir X – Men hikayesi olmayı başarıyor. Bu filmin tutmuş olması da, çizgi roman filmlerinin ana akım sinema sahnesine çıkışı yolunda önemli bir mihenk taşı oluyor.
İşte, milenyuma giriş senemiz de sinema semalarında bu şekilde geçti. Bir sonraki bölümde 2001 senesinde görüşmek üzere.