Matrix’in Devam Filmleri İle Nasıl Barıştım
  1. Anasayfa
  2. Sinema
Trendlerdeki Yazı

Matrix’in Devam Filmleri İle Nasıl Barıştım

0
Getting your Trinity Audio player ready...

Sanat eserleri ile ilgili en sevdiğim şeylerden birisi, zaman içerisinde onları algılayış biçimimizin değişebiliyor olması. Biz insan olmanın gereği olarak değişiyoruz, sanat eserleri ise olduğu gibi duruyor, ancak zamanın etkisiyle biz değiştiğimiz ve başka bir yere gittiğimiz için onlara baktığımız yer de değişiyor. Bir esere doğru baktığınız nokta değişirse onu görüş biçiminiz de değişir. Kendimde ve diğer insanlarda gördüğüm bu değişimleri takip etmek ise bana her zaman çok keyif verici gelmiştir. Bu perspektif değişimini en yoğun şekilde hissettiğim eserler arasında da Matrix üçlemesinin orijinal filme sonradan eklenmiş devam halkaları Matrix: Reloaded ve Matrix: Revolutions başı çeken işlerden.

İlk Matrix filmi 1999 yılında vizyona girmeden önce peşinde onu kovalayan büyük beklentiler yoktu ve film tahmin edilemeyecek kadar büyük bir ses getirdi. Filmin çıkarttığı ses, bilim kurgu sinemasının ciddiye alınması sürecini hızlandırmakla kalmadı, kendisine de 2 devam filmi çekilmesini sağladı. Aynı sene çıkacak olan devam filmlerinin vizyona gireceği 2003 yılına geldiğimizde ise karşıda bambaşka bir tablo vardı, artık dünyanın en çok beklenen sinema olayı olarak karşılanıyordu Matrix filmleri. Kendilerine duyulan bu heyecan da filmlerin algılanış şekli üzerinde önemli bir rol oynadı. Her ne kadar genel izleyici kitlesi yine geçer diyebileceğimiz bir not verse de, devamı en yüksek heyecan skoruyla bekleyen ilk filmin sıkı hayran kitlesi, beklediğini bulamamış ve hem Matrix: Reloaded hem de Matrix: Revolutions’a burun kıvırmıştı.

Ben de bu trene farklı zamanda binmesine rağmen yine aynı yere varmış olanlardanım. Çıkışından yıllar sonra DVD üzerinden ilk izlememin ardından orjinal filmi beğenip diğer ikisinden soğuduğumu hatırlıyorum. Sonra ise yıllar geçti ve bir vesileyle tekrar izledim. Bu sefer durum farklıydı, devam filmlerini izlemeye başlamamla “aa bunlar aslında iyiymiş galiba” tarzında başlayan tepkilerim dakikalar ilerledikçe “yuh ben bunları vaktinde niye beğenmemiştim ki” moduna evrildi. Ama filmler aynı filmlerdi, peki değişen neydi diye sorguladığımda cevap karşımdaydı; değişen bendim.

Matrix devam filmleri konusunda beğenenler ve beğenmeyenler olarak ikiye ayrılmış tartışmanın iki tarafında da yer alınca beğenenlerin niye beğenip, beğenmeyenlerin neyi sevmediğini daha net anlayabildiğimi düşünüyorum. Öncelikle 2 devam filminin sinema grameri bakımından belli problemleri olduğunu inkar edemem, bu filmler öncülünün ulaştığı, bütünüyle neredeyse kusursuz bir paket olma mertebesine çıkamıyor. Lakin devam filmlerini sevmeyenlerin en büyük sebebi bence başka bir şey. Şöyle ki Reloaded ve Revolutions’ta hikayenin sahip olduğu felsefi altyapı ilkinin aksine incelikle işlenmiş değil. İlk filmde olayın felsefe tarafı biraz aperatif yemek gibiydi, hikayenin kendisini domine etmiyordu ve odak noktası karakterlerin üzerinde kalmaya devam edebiliyordu. Devam filmlerinde ise felsefe, seyircinin üzerine sürülen bir kamyon edasında neredeyse, hatta daha ileri gidip Reloaded’ı “aksiyon sahnelerinin arasına serpiştirilmiş felsefi nutuklar” olarak tanımlayabilirim. İşte bana göre çoğu kişinin, bunu fark etmeseler bile, devam filmlerinden sıkılmasını sağlayan detay bu. İlk izleyen benim filmlerden sıkılmamı sağlayan şey de buydu. İlginç bir biçimde bugünden tekrar izleyince bu kez filmleri çok sevmemi sağlayan şey de yine bu oldu. Film aynı film ama ilk defa izlediğimde 15 yaşında olan ben sıkıcı felsefi diyaloglara tahammül edemezken, yıllar sonra izleyen ben ise artık “hobi olarak felsefe okumaları yapan bir insan” olmuştum. Dolayısıyla filmde yerli yersiz ortaya çıkan, gücün doğası, kontrol, özgürlük, duyguların anlamı gibi felsefi başlıklar etrafında şekillenmiş diyaloglar beni soğutmak bir yana, filme daha sıkı bağlayan şey oldu. Kısaca ben değişince filmlerle kurduğum bağlantı da değişmiş oldu ve uzun zamandır süren küslüğümüz böylece sonlandı.

Bu filmler ve onları neyin farklı kıldığı üzerine biraz daha konuşmak lazım. İlk film basitçe “uyanma” teması etrafında şekilleniyordu, ana karakterimizi ilk gördüğümüz sahnede bilgisayarına “wake up Neo” diye bir mesaj almasının da, son gördüğümüz sahnede arka planda “wake up” isimli bir şarkının çalmasının da sebebi budur. Peki uyandıktan sonra? Uyanık hale getirdiğin karakterine artık neyi sorgulatabilirsin? Devam filmleri işte bu sorunun cevabını özgür iradenin ne olduğu sorgulaması biçiminde veriyor. İlk filmin sonunda Neo karakteri klasik bir kurtarıcı modeli gibi görünüyordu, insanları makinalara ettikleri kölelikten azat edecek ve rüyalardan uyandıracak bir kurtarıcı. Devam filmleri ise bu fikre yapısökümcü bir yaklaşım gösteriyor. Reloaded’da “Mimar” isimli karakterle girdiği diyalogtan sonra öğreniyoruz ki Neo aslında yok etmeye çalıştığı sistemin bir parçası. Kahin karakteri, Zion şehri gibi diğer tüm unsurlar aslında makinaların kurduğu, sürekli kendini tekrar eden döngünün, birbirini tamamlayan parçaları.

Reloaded ve Revolutions ortadan ikiye ayrılmış tek bir film olarak algılanabilir ve bu tek film özünde, uyanık olduğumuzu zannettiğimiz anlarda dahi farkında bile olmadığımız bir perdeden, başka bir kontrol mekanizmasının etkisinde olabileceğimiz çıkarımını yapıyor. Bu farkında olmadığımız kontrol mekanizması filmde makineler şekliyle cisim almış olan “sistem” olabilir. Hatta bir adım daha ileri taşıyıp, bütün sistemlerden azade olduğumuz anlarda bile duygularımızın bizi yönlendirdiğini söyleyebiliriz. Mimar karakterinin söylediği gibi, her kararımız, beynimizde gerçekleşen bir gurup ölçülebilir kimyasal reaksiyonun sonucu dahi olabilir. Peki verdiğimiz kararlarımız kendi başına var olamıyor ve başka bir neden-sonuç ilişkisine dayanmak zorunda kalıyorsa, özgür iradeden söz edilebilir mi? Tabi ki şu yazıda bu cevabı aramadığımız için bu soruya odaklanmamalıyız, odaklanmamız gereken nokta ise Matrix devam filmlerinin bu sorgulamaları yaptırabilecek kadar kaliteli filmler olduğu durumu.

Reloaded’ın sonunda Neo, özgür iradesiyle gerçekleştirdiği eylemlerin aslında sistemin devam etmesini sağlayan ve kendisinden gerçekleştirmesi beklenen eylemler olduğunu öğrenmişti. Modern dünyada da hemen hepimiz sabahları benzer saatlerde kalkıp benzer işlere gidiyoruz. Bu işleri, bu hayatı seçiyoruz ve bu yaptığımız seçimlerle sistemin devam etmesini sağlıyoruz. Biraz gözümüzü kısarak baktığımızda fark edeceğimiz şey şu ki; hepimiz birbirimize çok benzer hayatlar yaşıyoruz. Sonunda Neo karakterinin fark ettiği gibi, biz modern zaman insanları da “bizden beklenen” ne ise o doğrultuda kararlarımızı veriyoruz. Olmamız beklenen yerlerde olup, almamız gereken kapların şekillerini alıyoruz, ve bunu özgür irademizle yaptığımızı düşünüyoruz. Yakın zamanda kendisiyle yapılan röportajda yönetmen Lana Wachowski, “Matrix serisinde işlediğimiz temalar, bugün filmleri çektiğimiz zamana kıyasla daha geçerli” demişti. Gerçekten de yıllar geçtikçe filmdeki temalar eskimek yerine daha taze hale gelmiş durumda.

“Uyanmak” her zaman geçerli olacak bir konsept ama “Dijital dünyada özgürce var olamamak” bugünün dünyasında daha geçerli bir konsept ve bana sorarsanız Matrix: Reloaded ve Matrix: Revolutions‘ın en temel fikirlerinden birisi bu. Bu yüzden zaman ilerledikçe bu filmler daha geçerli, daha gerçek bir hal aldı, ve bu yüzden artık baltalarımızı gömüp zamanında çok sövdüğümüz bu filmlerle barışma vaktimiz geldi. Bu iki filmde söylendiği gibi bugünün dünyasında, Matrix bizi almış durumda ve kendi fişimizi çekmemiz mümkün değil. Uyanık olduğumuzu zannettiğimiz anda ise sadece uykunun başka bir katmanına geçmiş oluyoruz.

Tepkini Seç!
  • 1
    harika
    Harika
  • 0
    g_zel
    Güzel
  • 0
    _z_c_
    Üzücü
  • 0
    haval_
    Havalı
  • 0
    mmm_
    Mmm...
  • 0
    wtf
    WTF
  • 0
    k_zg_n
    Kızgın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir